20 Ocak 2013 Pazar

Geleneksel Çin Tıbbı


Artık hatırlayamadığım bir zamanda başlayıp, sıfır egzersiz, haddindan fazla stres, yoğun çalışma saatleri  ve tüm bunları daha da beter yapacak keskin sirke tadında karakterim sayesinde, bir türlü kurtulamadığım boyun ve sırt ağrılarım var malum.

Soru: Çin tıbbı sayesinde kurtulmak mümkün olabilecek mi?

Cevap: Dün beşinci seanstı, yarım saat akupunktur, yarım saat Tuina masajı, seansı 500 Yuan ve en az beş kez daha gideceğim: işe yarasa çok iyi olur! Şimdilik her seans sonrası yaşadığım geçici hafiflik duygusundan öte bir değişiklik yok gibi. Ümidimi kaybetmek ve her zamanki maymun iştahıma yenik düşmek istemiyorum. Doktorumun beş seansta iki kez tekrarladığı üzere, yüzmeye başladım. Haftada bir gün, şimdilik. Belki Ana ile birlikte yogaya da başlarım, tembellikten kurtulabilirsem...

Bunları yazmışken bir iki foto ile de renklendirelim di mi?


Doktorum,  Guoyitang Çin Tıbbı Hastanesi'nde çalışan bir profesör, alanında çok iyiymiş. Hastane ise, bekleşen hastaları, veznesi vb. ile temelde bildiğimiz hastanelere benzese de, geleneksel Çin tıbbının kendine özgü tedavi yöntemleri sağolsun, aynı zamanda bir sürü fotoğraf malzemesi veren gayet egzotik bir mekan!

Burası ilaçların hazırlandığı ecza bölümü.










Bu resimlerde yok ama, telefonumu çıkarmakta geciktiğim başka bir ilaç karışımında kurutulmuş böcek de vardı; neyse ki benim tedavim sadece iğnelerden ve masajdan ibaret...

Ama gel de bu ilacı içme şimdi!


Bekleşen hastalar...

Çin mutfağını keşfetme çabaları-1

5 yıl Çin'de yaşayıp da bu ülkenin mutfağını ucundan da olsa öğrenmeden dönersem yazık olur, değil mi?

Geç olsun, güç olmasın, geçen ay ilk Çin yemeği kursuma gittim. Sıçuan, Yunnan ve Guicou yöresinden üç yemek yaptık. Öğrenmeyi en çok istediğim yemekler olduğunu söyleyemem, ama başlangıç için iyiydi sanırım. En azından baharat ve sosları nasıl kullandıklarını görmüş oldum.














Kokular, renkler, tatlar...
















Voksuz Çin yemeği olamaz, ve gerçekten bu yemekleri evde pişirmeyi düşünüyorsam, ilk geldiğimde aldığım vok bozuntusunu atıp, gerçek bir tane almam gerekecek. Ki içine bol sarımsak ve zencefil atıp misafirlerime leziz Çin yemekleri yapabileyim :)...






6 Ocak 2013 Pazar

Son yirmi yılın en soğuk kışında zaman...

Bu fotoğrafın üzerinden iki hafta geçti ve şehirde kar falan kalmadı, onun yerine kupkuru bir soğuk ve buz tutmuş nehirler, göller var. Eksilerden kurtulamadık gitti! Öyle ki, bugün eksi 1'i görünce hava ısındı diye mutlu oldum.

Ama olsun, Pekin'deki son kışımı daha öncekiler gibi "hibernation" modunda geçirmemeye kararlıyım. Eskimo kıyafetlerimi geçirip, kendimi dışarıya atıyorum ben de :)




"Eskimo" dediysem, tüm günü açık havada geçirecek genetik kodlara sahip değilim maalesef. Neyse ki şehir keyifle zaman geçirilecek iç mekanlarla dolu. Alışveriş merkezlerini es geçiyorum; Ankara'ya döndüğümde bu kültüre haddinden fazla maruz kalacağım nasıl olsa. Ben de Ulusal Müze'yi ziyaret edeyim dedim. Dört beş yıl süren uzuuun bir renovasyon döneminden sonra geçen yıl açılmıştı da bir türlü fırsat bulup gidememiştim. Ama Çin'de olduğumu unutup, müzenin devasa boyutlarını dikkate almamışım. Öğlen 12'de başladığım müze turunda, 4 saat sonra sadece "Ancient China" kısmını bitirebilmiştim.


 Telefonumun kadrajı bu kadarını çekmeye yetti.














Aynı topraklar üzerinde binlerce yıl öncesine kadar giden, bölünmemiş tarihleriyle övünür Çinliler. Asıl övünmeleri gereken şey ise, onca zaman öncesine ait yaşamlara ait kayıtların en ince ayrıntısına kadar bugüne kadar gelebilmesi bence...

Bu maske Shang Hanedanı'na aitmiş, M.Ö. 16 ila 11. yy








Ama ben bu elleri ceplerinde gülümseyen Siba çocuğunu çok sevdim (M.Ö. 1600 civarı, Gansu bölgesi)















M.Ö. 400-220 civarı, "Savaşan Eyaletler Dönemi"ne (Warring States Period) ait bir şamdan, savaş zamanına göre fazla sanat kokuyor!












Bütün köy burada!

Batı Han Hanedanı, Yunnan. M.Ö. 200-M.S. 10 arası bir döneme ait bir tören kazanı.



























Çin müzesinde porselen yok mu diyorsunuz, biliyorum. Porselen yapımını öğrenmeleri biraz zaman almış. Aşağıdaki resim Yuan Hanedanı döneminden (1206-1368, nihayet Milat sonrası dönemlere gelebildik!)



Müzenin diğer bölümlerini başka bir ziyarete bırakıp, Sanlitun'daki sinemada saat beşte başlayacak "Pi'nin Hayatı"nı seyretmek üzere metronun yolunu tuttum.

Metroya gitmek için Tiananmen'den geçip meydana saygılarımı sundum :)








Pekin'de sinemada seyrettiğim film sayısı sanırım 20'yi bulmaz. Dört yılda iki 3D film var, gerisi festival fimleri. DVD'ler varken, sinemaya ne hacet?  Hatta sanırım bugünlük bu kadar yeter,şu yazdıklarımı yayınlayıp, dün April Gourmet'in yanındaki DVD dükkanında bulduğum Engin Günaydın'ın -sanırım- yeni filmi "Yeraltı"nı seyredeyim. Bakalım Burhan Abi başka biri de olabiliyor mu?




27 Aralık 2012 Perşembe

23 Aralık 2012 Pazar

Eksi 15 derecede Çin seddinin eteğinde...



Kestane Tepesi: Eski bir TV dizisinin adı değil, haftasonu kaçamağı :)


Ejderha kayığının küreklerini çekerken tanıştığım dünya tatlısı Çinli arkadaşım Joyce'un sayesinde, Mutianyu köyünde bir "courtyard house"da değişik bir haftasonu geçirdim. Bilmeyenler ya da hatırlamayanlar için, Mutianyu, Çin Seddi'nin Pekin'e görece yakın (1,5-2 saat) ve manzarası nefis bir bölümünün bulunduğu bir köy. Joyce'un çalıştığı firma, personelinin kullanımı için bir misafirhane yaptırmış. Kışın en soğuk haftasonunda, son derece zevkli döşenmiş, dört dörtlük donanımlı, huzurlu, sakin bir mekandaydım.... Donmadan 5 dakika durabilmeyi başarıp, avlusundan yıldızlı gökyüzünü seyrettim. Pekin'in is kokulu gri havasından sonra müthişti. Öyle ki, Cuma akşamı iş çıkışı apar topar atlayıp geldiğimiz Kestane Tepesinde (misafirhanenin adı: Chestnut Hill) gecenin birine kadar Joyce ile lafladıktan sonra, Cumartesi sabah yedi buçukta müthiş dinç bir şekilde uyandım. Pekin'de işe giderken sabah sekiz buçukta sürünerek yataktan çıkan ben! Bitmedi: Artık hatırlayamadığım kadar uzun süredir bir cehalet perisinin büyüsüne kapılmışçasına tek yaprak bile okuyamayan ben, sabahın köründe sıkılmadan iki saat kitap okudum. Kitabın Mo Yan'ın Nobel ödülü almasına vesile olan "Red Sorghum" olması da bunda rol oynamış olabilir tabii. Neyse, deli gibi zengin ve sohbet çay kahve derken yaklaşık 3 saat kadar süren bir sabah kahvaltısından sonra kendimizi dışarı attık. İstikamet: Çin Seddi!


 Buz tutmuş yokuşlardan inip köyün içinden geçerek, duvara giden ana yola çıkıyorsunuz. En çok 15 dakikalık yürüme mesafesi. Yukarıdaki resimde, iyice bakınca dağların tepesinde yılan gibi kıvrılan Çin seddi görülüyor. Biz teleferiklerin dibine kadar gidip, daha önce defalarca çıkmış olma bahanesiyle ama aslında buz gibi esen rüzgara yukarıda bir dakika katlanamayacağımızın bilinciyle, duvarın dibinden geri döndük.

Eh, oraya kadar gidip de kös kös dönmek işimize gelmeyince, bilet gişesinin hemen sağındaki Çin bahçesine girdik. Nasıl olduysa, daha önce bu bahçeyi hiç farketmemişim.







Eve dönüş.
Kestane yokuşundan bir kesit...
 Avludan evin içine bir bakış...
 Koridoru bile güzeldi :)
İki gün süren uğraşlarımız sonunda şöminede bir tek kütük bile yakamadık, ama olsun, zaten burayı inşa edenler de bizim gibi misafirleri önceden tahmin edip, tüm eve yerden ısıtma sistemi döşemişler.



Öyle İngiliz asilzadeleri gibi poz verdiğime bakmayın, iki gün boyunca evden bir daha hiç çıkmadık, en paspal halimizle, yemek yaptık, yedik, bulaşık yıkadık, kitap okuyup müzik dinledik, yine yemek yedik, arada da bir Hong Kong filmi (Overheard) izledik. Yanımdakilerin -biri Guangzholu, ikisi Amerikalı- üçü de Kanton kökenli olunca, getirdiğim bir kaç film içinden Kantonca çekilmiş bu filme balıklama atladılar. Ben de bu sayede, son dönemde, anakara Çin'deki talebin etkisiyle artık Hong Kong filmlerinin çoğunun Mandarince çekildiğini, bunun da dillerine pek bağlı Kantonları pek de mutlu etmediğini öğrenmiş oldum. Bu aile resmi, şoför bizi almaya gelmeden hemen önce çekildi. Haftasonu hatırası...